İstanbul’un fatihi, adaletin önünde bir kul oldu…
Çağ açan komutan Fatih Sultan Mehmet, bir mimarın şikâyetiyle mahkemeye çıkarıldı. Kadı, padişah aleyhine karar verdi! Osmanlı’da adaletin ne denli kutsal olduğunu gözler önüne seren bu gerçek olay, tarihin gördüğü en büyük adalet örneklerinden biri olarak hafızalara kazındı. Bu çarpıcı hikâyeyi keşfedin…
29 Mayıs 1453… Dünya tarihinin akışını değiştiren o büyük gün. Genç yaşta imkansızı başaran bir komutan, Fatih Sultan Mehmet, çağ açıp çağ kapattı. İstanbul’un fethi, sadece askeri bir zafer değil; aynı zamanda medeniyetin, hukukun ve adaletin de zirveye çıktığı bir dönüm noktasıydı.
Ama bu zaferin ardından yaşanan öyle bir olay var ki, Osmanlı’nın büyüklüğünü sadece savaş meydanlarında değil, adalet terazisinde de gösterdiğini ispatlıyor.
Fetihten sonra Fatih, İstanbul’u başkent yapmak üzere birçok imar faaliyetini başlattı. Bunlardan biri de büyük bir sarayın inşasıydı. Saray yapımında görev alan Rum bir mimar, inşaat sırasında padişahın emriyle kendisine haksızlık yapıldığını iddia etti.
Mimar, kimsenin hayal bile edemeyeceği bir şeyi yaptı: Fatih Sultan Mehmet’i mahkemeye verdi!
İşte tam bu noktada, tarihin altın sayfalarına geçen o unutulmaz olay başlar…
Davaya İstanbul kadısı Hızır Bey Çelebi bakıyordu. Mahkeme günü geldiğinde, Fatih Sultan Mehmet, sade bir elbiseyle mahkemeye çıktı. Padişah olması onu adaletten üstün kılmamıştı. Huzurda bir kuldu artık.
Mimar, Padişahın emriyle kendisinin haksız yere cezalandırıldığını ve bu nedenle elinin kesildiğini iddia etti. Fatih ise, bir devlet adamı vakarında, sakinlikle savunmasını yaptı.
Kadı, delilleri değerlendirdi ve kararını açıkladı:
“Padişah da olsa haksızlık yapmıştır. Mimarın kısasa kısas hakkı vardır. Eğer isterse Fatih’in de eli kesilir.”
Bu karar üzerine mimar gözyaşlarına boğuldu. Osmanlı gibi bir devletin hükümdarının, sıradan bir vatandaşla aynı terazide tartıldığını görmek ona yetmişti.
Davasından feragat etti. Padişah da bu dürüstlük ve cesaret karşısında mimara yüklü bir tazminat ödemeye karar verdi. Böylece adalet yerini bulmuş, halkın gözünde Osmanlı’nın ve Fatih’in büyüklüğü bir kez daha teyit edilmişti.
Bu olay, “hukukun üstünlüğü” ilkesinin Osmanlı’da ne denli köklü olduğunu gösteriyor. Padişah bile kanun önünde ayrıcalıklı değildi. Çünkü Osmanlı’da adalet, kişilere göre değil; hakikate göre işliyordu.
Kısaca hatırlayalım:
Doğum: 1432
İstanbul’un Fethi: 1453
Ölüm: 1481
Fatih, sadece büyük bir komutan değil, aynı zamanda medrese eğitimi almış, çok iyi derecede birçok dil bilen, bilim ve sanata değer veren bir liderdi.
Ama onu asıl “Fatih” yapan şey, kendi egosunu hukuk önünde eğebilmesiydi.
Bugün birçok modern devlette bile böylesi bir adalet anlayışı zor bulunur. Osmanlı, adaletin temeli üzerine kurulan bir imparatorluktu. Fatih Sultan Mehmet’in bu hikâyesi de bize şunu gösteriyor:
“Adalet mülkün temelidir” sadece bir söz değil, yaşanmış bir gerçektir.